12 Kasım 2009 Perşembe

KALDIM



KALDIM


Seni düşlerime aldım,
Uykusuz kaldım.
Seni uykularıma aldım,
Düşsüz kaldım.
Başıma aldım, sensiz;
Gönlüme aldım, başsız,
Sensiz, yollarda pulsuz,
Pullarda mektupsuz kaldım.
Sana adlar aradım.
Ardında adsız kaldım.

ÖZDEMİR ASAF

9 Kasım 2009 Pazartesi

Seninle Olmanın...


Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?

 Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.


 Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?

 ''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.


 Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?

 Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...


 Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?

 Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.


 Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?

 Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.


 Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?

 Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.


 Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?

 Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.


 Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?

 Nereden bileceksin?

 Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.


 Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.


 Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..


 Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...


 Can YÜCEL

7 Kasım 2009 Cumartesi

Gitmek


Bu günlerde herkes gitmek istiyor
Küçük bir sahil kasabasina 
Bir baska ülkeye, daglara, uzaklara...

Hayatindan memnun olan yok.
Kiminle konussam ayni sey...
Herseyi, herkesi birakip gitme istegi.

Öyle "yanina almak istedigi üç sey" falan yok.
Bir kendisi
Bu yeter zaten.
Herseyi, herkesi götürdün demektir..
Keske kendini birakip gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hani kendimizden raziyiz diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herseyi yüzüstü birakmak göze alinmiyor.

Böyle gidiyoruz iste.
Bir yanimiz "kalk gidelim",
öbür yanimiz "otur" diyor.

"Otur" diyen kazaniyor.
O yan kalabalik zira...
is, Güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma dugusu...
En kötüsü aliskanlik
Aliskanligin verdigi rahatlik,
Monotonlugun dogurdugu bikkinligi yeniyor.
Kaliyoruz...
Kus olup uçmak isterken, agaç olup kök saliyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha dogurmalar...
Borçlara girmeler...
isi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alikoyabiliyor.

Misal ben...
Kapidaki Rex'i birakip gidemiyorum.
Degil busehirden gitmek,
iki sokak öteye tasinamiyorum.
Alip götürsem gelmez ki...
Bütün sokagim köpegim oldugunun farkinda 
Herkes onu o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sirtinda yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardir;
Evet, sirtimizda yumurta küfesi var hepimizin
Kendi imalatimiz küfeler.

Ama egreti de yasanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazim.

Barik ufak kaçislar yapabilsek.
Var tabi yapanlar, ama az
Sadece kaymak tabakasi
Hepmiz kaçabilsek...
Bütçe, zama, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün
Sabah 9, aksam 18
Sonra baska mecburiyetler
Sikisip kaldik.
Sirf yeme, içme, barinmanin bedeli
Bu kadar agir olmamali.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karsiligi, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar midir bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar asik olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittigim olmadi hiç.
Ama olsun... istemek de güzel.

3 Kasım 2009 Salı

İnsandan Başka


Ağaç,

Tutunduğu toprağa.

Toprak,

Yağan kara küser mi?

İnsan 

Zaman içinde kendine

Zaman 

İnsanın değişimine

Hayat

Bu kısır döngüye

Küser mi?

Yaprak 

Esen rüzgara

Rüzgar

Uçuşan yaprağa

Küser mi?

Küsmez 

Bilirim ki

Birbirini tamamlayan

Bilirim ki

Anlam katan var oluşlarına
 

Bilirim ki

Bütün bunlar

Küsmez birbirine

İnsandan başka

Hurma Mesafesi



Sesimi duyamıyor musun?
Kalbimi dinle!

Duyamıyorsan beni; ya çook uzaklardayım senden... Veya çok yakınında, ama çok...
Üçüncü ihtimalse bir akan deryanın iki yakasındaki ayaklar gibi kalmamızdı. O oldu: Bağlandık; kavuşamadık!
Kavuşanlar ise bizimle kavuştu...
Öyle bir ödüldü ki bu; sanki cezaya benziyordu mahşeri beklemek!

En zoru; aynı köprünün iki ayağı gibi kalmak: Hep bağlı, ama hep aynı mesafede... Yani seni özlemek cenneti özlemekle bağlantılı yahut cenneti, seninle daha çok özlemek!
Karşımda sen; iftar sofrasındaki hurma hasreti!

Sımmmsıkı bağlarla sarılmışsan bana ve ayakta tutansam seni, ben de öyle sarmalanmışım ki sana, seninle ayakta durabilirim; aynı köprünün diğer ayağı gibi...
Bilirim ki senden düşmek, toprağa düşmektir veya nihayet cennete çıkmaktır!

Aynı köprünün iki ayağı; sen ve ben...
Asla vazgeçmeyen biri birinden... Asla küsmeyen biri birine ve asla ve asla ve bu aslaların sonuncusu; asla biri birinin omzuna yaslanamayan, kucağında uyuyamayan!..
Bir göz göze bakıp eriyiştir bizimkisi, karşı kıtaya; kendi dünyalarımızdan.
Hâlbuki her gelen sendendir bana ve sana her giden benden!

Aah ki bana süzülmeseydin, sürülmeseydin zehir acısı gibi; böyle yanar mıydım derinden, kaynar mıydı içim, tüter miydi başım ve akar mıydı kelimelerim sana doğru; bir volkandan taşan lavlar gibi?
Keşke bir köprü ayağı gibi susabilseydim; susuşunu dinleyebilseydim; dediğini duyabilseydim; seni anlayabilseydim...

Sesimi duyamıyor musun?
Kalbimi dinle!
Duyamıyorsan beni; ya çok uzağım senden veya çok yakın. Ya da...

          
                                                                                                                                Muammer Erkul

1 Kasım 2009 Pazar

Kanlı Çuval



Genç adam artık büyüdüm der gibiydi, çıkışır gibi konuştu:
- Benim de dostlarım var baba!
Baba biliyordu dostun dosttan farkını, alttan aldı:
- Oğul, gerçek dostu bulmak zordur.
Delikanlı ısrarlıydı, onun da bildiği şeyler vardı. Hatta bazı şeyleri babasından iyi bilirdi:
- Benim dostlarım benim için canlarını bile verirler!
Ne kolay söylenmiş bir sözdü bu! Oysa adam ne bedeller ödemişti bunu anlamak için.
- Demek bu kadar güveniyorsun dostlarına...
Oğlunun konuşma tarzı adamın içini burkmuştu biraz, ama renk vermek istemedi. Bir taraftan da onun bu kendinden emin hali hoşuna gitti. Kendisi bu yaşında bile kolay kolay yapamazdı bunu. Bir yandan da oğlunun toyluğunu görüyordu. Elbet herkes gibi o da yaşayıp öğrenecekti. Fakat baba sorumluluğu da vardı, bir şeyler yapmalıydı.
- Ne dersin, diye sordu, dostların seni ne kadar seviyor öğrenelim mi?
Delikanlı altta kalmak istemedi. Dostlarına güveni tamdı ama doğrusu biraz da meraklanmıştı.
- Tamam, dedi, ama nasıl olacak bu iş? Şefkatle oğlunun gözlerine baktı adam:
- Sen büyükçe bir çuval bul, gerisini bana bırak.
Adam gidip ağıldan bir koyun çıkardı, bahçeye getirip kesti. Oğlunun meraklı bakışlarının arasında koyunu çuvala soktu. Çuvalı delikanlıya uzatırken:
- Şimdi en güvendiğin dostuna git, ben bir adam öldürdüm de. Bakalım ne yapacak, dedi.
Delikanlı sırtına yüklendi kanlı çuvalı. Akşamın karanlığında arka sokaklardan geçerek yürüdü. Bu iş kolay olacaktı. Gidebileceği o kadar çok dostu vardı ki... Rast gele birini seçti. Yürümeye devam etti. Çuvaldan süzülen kan ellerine, boynuna bulaşmıştı. Nihayet dostunun evine vardı. Bir eliyle çuvalı sıkı sıkı tutarken, diğeriyle kapıyı çaldı. Dostu karşısındaydı. Şaşkınlıkla arkadaşının ellerine, yüzüne bakıyor, anlamaya çalışıyordu. Çuvalı fark edince saklanamayacak bir endişeyle sordu:
- Hayırdır, bu da ne? Delikanlı;
- Birini öldürdüm, diyecekti ki, daha sözünü ta-mamlayamadan kapı yüzüne kapanıverdi.
Şaşırdı delikanlı. Elinde kanlı çuval, kapının önünde kalakaldı. Tekrar kapıyı çalacak oldu, vazgeçti. Gidebileceği daha bir sürü gerçek dostu vardı nasılsa. Uzaklaşırken döndü, bir kez daha baktı dostunun evine. Perdenin kenarından biri kendisini izliyordu. Aniden perde çekildi, odanın ışığı söndü sonra.
Verilen sözler geldi aklına, dostluk yeminleri, yaşanan onca şey geldi. Babası haklı mıydı yoksa? Bir başka dostunun evinin önünde durdu, ümitliydi bu kez. Fakat yine aynısı oldu. Sonra bir başkası, bir diğeri...
Gece yarısına kadar omuzunda kanlı çuvalla dolaştı durdu delikanlı. Ayakta duracak hali kalmamıştı artık. Kırgın ve öfkeliydi. Çaresiz evin yolunu tuttu. Babasının yüzüne bakmaya utanıyordu. Çuvalı bir kenara bırakırken babasına döndü.
- Sen haklıymışsın, dedi, dünyada gerçek dost yokmuş!
- Belki, dedi adam gülerek, belki de vardır. Şimdi de benim bir dostuma gideceksin. Ben falancanın oğluyum, bir adam öldürdüm diyeceksin. Bakalım ne olacak?
Delikanlı mahcubiyetinden kaçacak yer arıyordu zaten. Seve seve kabul etti. Hem, belki babasının dostuna gittiğinde de aynı şeyler olacaktı. Sanki öyle olmasını istiyordu. Gecenin karanlığına daldı, yeniden sokakları arşınlamaya başladı.
Babasının yerini tarif ettiği evin kapısına gelince önce çuvalı bir kenara bırakıp biraz soluklandı delikanlı. Dört yanı bahçeyle çevrili büyük bir evdi burası. Kapıyı çaldı, çuvalı omuzuna alıp beklemeye başladı. Kırk beş-elli yaşlarında, irice gözlü, hafif şişman, saçları yer yer ağarmış bir adam açtı kapıyı. Delikanlının halinden kötü bir şeyler olduğunu sezinleyerek;
- Hayırdır evlat, dedi, sen kimsin?
Bizimki kendini tanıtıp olan-biteni anlatmaya başlayınca, adam ellerini dudaklarına götürüp:
- Sus, dedi, aman bir duyan olmasın! Gel içeri gir önce.
Hemen bir kazma kürek getirdi. Evin arka tarafındaki lale bahçesine aceleyle bir çukur kazdılar. Gecenin karanlığında çuvalı çukura koyup, üstünü toprakla kapattılar. Taze toprağın üstüne de biraz öteden söktüğü lale fidanlarını dikti adam. Delikanlı elini-yüzünü yıkarken ona yatacak yer hazırladı.
- Bu gece kal evlat, diyordu, ne olur ne olmaz, sabah olsun gidersin...
Delikanlı adama hayranlıkla bakıyor, kendi dostlarını düşünüp, işte, diyordu, işte gerçek dost!
Bütün ısrarlara rağmen gitmek için müsaade almayı başardı. Bir an önce eve dönüp, babasına, sen haklıymışsın, demek istiyordu.
Yorgundu delikanlı. Omuzunda çuval yoktu artık, ama o yorgundu. Bu bir tek gecede bütün dostlarını tanıyıvermişti. Yürüyordu. Bir günde birkaç yıl büyümüştü sanki. Uzaktan evlerinin ışığını gördü. Biraz daha yaklaşınca pencerenin önündeki karaltının babası olduğunu fark etti. Koşarak ellerine sarıldı babasının.
- Haklıymışsın, dedi, gerçek dost başka bir şey, sen haklıymışsın...
Olan-biteni gülerek dinledi adam.
- Dur bakalım, dedi, bu kadar acele etme, hele bir yarın olsun...
Ertesi gün öğlen vakti baba dostunun evine doğru yürürken utanıyordu delikanlı. Bunu nasıl yapacaktı? Babasının neden böyle bir şey istediğine anlam veremiyordu. Gidip o adama herkesin içinde bir tokat atacaktı! Ses çıkarmazsa biraz daha hırpalayacaktı. İyi ama babası neden böyle bir şey yapmasını istemiş olabilirdi? Böyle yaparak neyi anlayacaklardı?
Evin olduğu sokağa geldiğinde işinin biraz daha zor olacağını fark etti. Yüzü kızardı birden. Caminin köşesini dönerken, avluda birilerinin oturduğunu görmüştü. Babasının dostu az sonra olacaklardan habersiz, birkaç ihtiyarla sohbet ederek ezanı bekliyordu.
Cami avlusunda oturanlara doğru yürüdü. Yüzünün, kulaklarının yandığını hissediyordu. Yaklaşıp, oradakilerin şaşkın bakışları arasında adamcağıza bir tokat vurdu. Ama adam bırakın karşılık vermeyi, ses bile çıkarmadı. Bir kez daha kendinden utandı delikanlı ama henüz işi bitmemişti. Tartaklamaya başladı adamı, bir tokat daha vurdu. Adam bir şeyler anlamıştı sanki. Delikanlıyı kollarından tutup kendine doğru çekerek kulağına fısıldadı:
- Evlat, var git babana selam söyle. Biz öyle birkaç tokada lale bahçesini bozmayız...