25 Eylül 2015 Cuma

ALGI VE HAKİKAT


Algı ve hakikatle ilgili olarak bir Çin atasözü şöyle der: “Rüyamda kendimi kelebek olarak gördüm. Acaba ben, rüyasında kendini kelebek olarak gören bir insan mıyım, yoksa insan olarak gören bir kelebek miyim?”
Algılarla hakikatler arasındaki fark insanın bakış açısındadır.
Başarılı insan, gerçekler ve algılar arasındaki uçurumu kapatmış, hakikatlere göre rotasını belirleyen insandır.
İnsan tüm hayatı beş duyu ile algılar. Ancak kişi, algıladığı her ne varsa bunlar arasından gerçekler ve değerler boyutuna sıçrama yapamaz, her şeyi algıladığı sınırlar içerisinde çözümleyip değerlendirmeye çabalarken bir yanılsama ile asıl hakikatleri göremeyecektir. Dolayısı ile her davranış, algılanan düzeyde olacak hakikat düzeyine çıkamayacaktır.
Platon (Eflatun), duyular ve algılar ile elde edilen duyular dünyasına ait bilgilerin gerçek bilgiler olmadığını savunur. Ona göre; algının bittiği yerde aklımızla ve ruhumuzla idealar evrenindeki bilgilere ulaşırız. İdealar evrenindeki bu bilgiler gerçek bilgilerdir. İdealar, duygular dünyasında algıladığımız; ağaç, güzel, iyi gibi kavramların orijinal formları, özleri ve örnekleridir. İdeaların belirlenebilmesi için de doğuştan ön bilgiye sahip olan insana, bir takım hatırlatmalar yapmak gerekir. Platon bu durumu, mağara örneği ile açıklar.
Bu örneğe göre; bir insan düşünün ki bir mağara içinde sırtı mağaranın girişine dönük bir durumda. Bu insan, mağaranın dışındaki gerçek varlıkları göremiyor, sadece mağaranın önünden geçen bu varlıkların güneş ışığının etkisiyle mağara içine düşen gölgelerini görüyor ve bu gölgeleri gerçek varlıklar olarak algılıyor. Bu durum, mağaradaki insanın dışarı çıkıp da gerçek varlıkları görmesine kadar devam edecektir.
Hakikati ancak bu şekilde algılayacaktır öteki türlü sadece algıladıklarına göre hareket edecek bu da hakikatten uzak verilerle olacaktır.
İnsanlar da sadece algıladıklarıyla hareket edip hakikat ve yanılsama ayrımını yapmazlarsa hakikati değil sadece gölgeleri görür. Başarıya ulaştıran ise gölgeler ve yanılsamalar değil hakikatlerdir.
Hakikatlere göre değil de algılara göre kör insanların, dokundukları nesneyi tarif etmeye çalışmaları gibidir. Bu hikâyeye göre; birkaç kör adamın önüne bir fil getirilip ve fili tarif etmeleri istenmiş.
Sadece kuyruğunu tutan kişi “Fil, bir hortumdur” demiş. Bacağını tutan kişi ise “Fil, Bir sütundur” demiş. Kulaklarını tutan ise, “Fil, bir yelkendir” demiş.
Burada da görüldüğü gibi sadece algılara değer vermek insanı yanılgılara götürür. Hakikatler ise aydınlığa…
Hakikat bir bütündür ve bütün olduğu sürece hakikattir. Hakikatler, insanı özgürleştirir, görüşünü netleştirir, gerçeğin boyutuna göre tavır almasını sağlar. İncil’de şöyle denir: “Gerçekler insanı özgürleştirir.”
Algılar ve gerçekler, insanın hayatının parçalarıdır. Algıladığı ile hakikatin farkına varan insan, hayatı bir bütün olarak ve tüm gerçekleriyle görür. Bu görüş kişiye, hayatı anlamlandırma, yönlendirme ve yönetme avantajı sağlar. Bunun getirisi olarak da başarmak istediklerine ulaşır.
Hakikatin adamı hayatta denge sağlar. Ancak şunu unutmamak gerekir, gerçekler insanı güçlendirdiği gibi sınırlandırabilir de. Kişi eğer hakikatleri kabullenme erdeminden yoksunsa, gerçekler yıkıcı etki yapabilir. Hakikatin adamı gerçekleri kabullenir ve onu kendi avantajına değerlendirerek yolunu bulur.
Hakikatin adamı, hakikatleri yine hakikatlerle değerlendirir.
Hakikatlere göre değil de algıladıklarımızın karmaşası içinde hareket etmek, bizi hayal ve gerçek karmaşasına sürükler. Hakikatleri ortaya koyup göremediğimiz sürece bu devam eder. Bu durumda, başarmayı ancak hayal edebiliriz.
İnsan ancak hakikatler üzerinde ilerleyebilir. Veriler ışığında deneyler, analizler yoluyla elde edilen gerçekler üzerinde çalışarak, bunların ışığında hakikatin adamı olarak ilerlemek gerekir.
Algı genellikle görünendir. Hakikat ise çoğunlukla ilk bakışta görünmez. Hakikati görebilmek bilgelik ve erdemlilik isteyen bir gerçektir.
Bir zen ustası yanında öğrencileriyle birlikte gezinirken, tilkiden kaçan bir tavşanı gösterir ve şöyle der: “Eski bir hikayeye göre tavşanlar tilkilerden daha hızlı koşarlar”
“Hayır!” diye itiraz eder bir öğrenci. “Tilkiler daha hızlı koşarlar”
“Ama tavşan tilkiden kurtulacak” der bu kez usta.
“Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?” diye sorar öğrenci.
“Çünkü tilki sabah kahvaltısı için, tavşansa hayatı için koşuyor” cevabını verir usta.
İşte algılanan değil hakikate göre bir bakış açısı ışığında ortaya konan bilgelik.
Hakikatin adamı hakikati akıl gözüyle, zihin gözüyle, kalp gözüyle görür ve yine bu gözlerle değerlendirir.
Bir şeyi algılamak ve onu zihnimize kaydetmek için bakmamız yeterli olur. Ancak bir hakikati kavramak için bakmak değil baktığımızı görmek gerekir. Gören bir göz hakikatleri net olarak görebilir ancak.

Yazan: Niyazi Fırat Eres


11 Eylül 2015 Cuma

-İşte bitti.
-Evet bitti!

-Peki, bunu değil de diğerini seçseydi, hayatı çok mu farklı olurdu? Bunu herkes için soruyorum. Gerçekten farklı mı olurdu hayat?

-Evet, farklı olurdu ama sadece öyküsü. bunu yaşayacağına öbürünü yaşamış olurdu!

-Yani?

-Yani sonuç seçimlerde hep aynıydı. Acı… Her neyi seçersen seç, seçemediğin hep üzüntü kaynağı olacaktır, aklın hep o seçemediğinde kalacaktır. o seçemediğini seçmiş olsaydı yine bana bu soruyu sormuş olacaktın. Hayatta her şey yüzde ellidir. Aklınla davransan yüreğin, yüreğinin sesini dinlesen aklın bu soruyu sana hep soracaktır. Seçemediğin hep acı verecek bu sabit acı hep olacak!

-Bu kadar mı umutsuz yani? Güzel bir yönü yok mu bu seçimlerin?

-Olmaz olur mu? Var! Acını seçmekte özgürsün...


MELÂNKOLİ


O şehirde gene şarkılar söyleniyordur
Karşılık görmemiş sevgiler üstüne
Işıkları sönmüş odamda
Yarım kalmış şarkımı duyuyor musun
Beni sorarsan gene yapayalnızım
Sen sıcak döşeğinde rahat uyuyor musun

Boş kalan yastığımı başkası mı doldurmuş
Ellerini okşayan o yabancı kim
Öyle uzak bakma yüzüme
Seni artık yolundan döndürecek değilim
Ne o gözlerin dolmuş yoksa ağlıyor musun
Kırk yılda bir olsun beni anıyor musun

Özlediğin hayatı buldun mu bilmem
Gözlerinde hâlâ hüzün var gibi
Gene yüzün gülmüyor anlat nedendir
Gene aşksız gene bomboş mu için
Niye ellerin soğuk yoksa üşüyor musun
Mutluluğun peşinde hâlâ koşuyor musun

Kar mı yağdı güvendiğin dağlara
Seni de bir türlü umdurmadı mı kader
Üzme kendini her şeye rağmen
Dünya yaşanmaya değer
Bu yerler bu âlem her şeyden yoksun
Sana sesleniyorum duyuyor musun

Mustafa İlhan GEÇER

Murathan MUNGAN'dan



Et dediğin çabuk dinlendirilir. Ruhu dinlendirmekse imkansızdır. 

Donarak ölmek gibidir ruhun çürümesi, için için eksilirsin, yavaş yavaş uyuşursun, hiçbir şey hissetmemeye başlarsın, sonra sen uykuya daldığını sandığında, ölmüşsündür aslında. Ölmüş olduğunu bile bilmemektir bu. 


Bak, şu meydanlar, caddeler, sokaklar, ölmüş ruhlarıyla yürüyen insanlarla dolu! Şu ölü halleriyle ne de aceleciler! Hayatta yetişecekleri hiçbir şey kalmadığı halde, hep bir yerlere yetişmeye çalışıyorlar! 


Ne hazin manzara!

Murathan Mungan


10 Eylül 2015 Perşembe

Self/less


"Kanserden ölmek üzere olan Damien, yüklü bir para karşılığında beden değiştirme nakline gider. Onu laboratuvarda üretilmiş, genç bir bedene aktarırlar. Damien için hayat tıkırında giderken, alması gereken ilaçları almadığı için halüsinasyonlar görmeye başlar. Ve bunların anı olduğunu ve bedeninin de laboratuvar ortamında üretilmediğini anlar. Ardından da sırlar yavaş yavaş ortaya çıkar ve Damien, bir belanın içine doğru sürüklenmeye başlar."

Filmin konusu değişik ve seni başında büyük bir merak içinde bırakıyor. Bir bilim-kurgu havasında başlayıp film ilerledikçe kurgu yok oluyor ve bir aksiyona dönüşüyor. Şayet film ile ilgili başka yorumlar duyduysanız şunu bilin ki film bilim-kurgudan öte aksiyonu olan, bir adamın geri dönüşü ve başka bir adamın fedakarlığı ömrünün sonuna saklamasından ibaret. Puanım 6/10


7 Eylül 2015 Pazartesi

Bajrangi Bhaijaan



Filmin konusu için kısaca şunu diyebiliriz. Pakistanlı bir ailenin konuşamayan kızı Shahidad Hindistan’da kaybolur. Başkahramanımız Pawan Kumar ise kaybolan kızı ailesine geri kavuşturmak için elinden geleni yapacaktır.
                Nefreti satmak sevgiyi satmaktan çok daha kolay felsefi üzerine sevginin gücünü anlatmaya çalışmış film boyunca bize. Birbirine düşman olan Hint ve Pakistan halkını sevginin ortak bir paydada buluşturabileceğini işlemiş film. Ayrıca ironi ile karışık tamamen dürüst olmanın dünyada aptallıkmış gibi gösterildiğini yeri geldiğinde yalan söylemenin insanlara daha doğal geldiğini kendi dilince de güzel eleştirmiştir. Filmde garip karşılayabileceğimiz yer ise türbede ilahi tarzı sofi geleneği bir müziğin söylenmesidir. Bunu da araştırdığımızda çok geniş bir tarihi olduğunu ve Hindistan’da İslamiyet’in yayılışında etkili olduğu söylenmektedir.  Puan 8/10


6 Eylül 2015 Pazar

Tae Guk Gi: The Brotherhood of War - Kardeşlik


Kardeşler Savaşı/ Taegukgi hwinalrimyeo(2004) 
   İki kardeşin gözünden bir savaşa tanıklık edeceğiniz harika bir savaş filmi. Aynı zamanda çok güzel savaş karşıtı da bir film. Ayakkabıcı olan Jin-tae Lee kardeşi için çok büyük fedakârlıklar yapar ve insanlığından vazgeçer. Üniversite öğrencisi olan Jin-seok Lee ise abisinin bu değişimini kabullenemez.
   Bir tarafta kapitalist ABD bir tarafta ise Komünist Rusya ile Çin, arada ölen ise gariban Koreliler. Filmin görsel efektler harika ve savaş sahneleri çok gerçekçiydi. Filmi izlerken aklıma Adnan Menderes, in Kore’ye gönderdiği askerlerimiz geldi. Acaba onlar bu savaşta neler çekti. Bir yandan da yedi düvele meydan okuduğumuz Çanakkale için böyle güzel film yapamadık diye utandım. Sadece Çanakkale Savaşı için değil tarihimizde yüzlerce savaş var ve biz tek güzel film çekememişiz. Konuya dönersek adamlar dört mevsimin geçtiği harika savaş filmi yapmışlar.” Hiçbir ölüm burada uğruna savaştığımız şeyler için değmez.” Ve buna benzer savaş karşıtı sözleri içinde barındıran güzel bir film.