Sevgili Dost,
Bildiği şehirlerden, bilmediği şehirlere, bildiği yüzlerden bilmediği yüzlere sığınmayı aklından geçirmemiş kaç insan vardır? Garların, terminallerin ve limanların dev mıknatıslara dönüştüğü saatlere bedenlerini kaptırmayanlar, ruhlarının bir otobüs koltuğuna, bir gemi çapasına, bir lokomotif tekerleğine yapışmasını önleyebilmişler midir? “Başımı alıp gitmek istiyorum,” cümlesi kimbilir hayatımızın kaç kilidini kurcalamış, açayım derken kaç yeni kapı örtmüştür üstümüze. Arkaya bakmamayı başarabilenler, acaba gittikleri yere başlarını götürmeyi başarabilmişler midir? “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” diyenler, aslında “tebdil-i kan”ı mı kastetmişlerdir?
Bildiği şehirlerden, bilmediği şehirlere, bildiği yüzlerden bilmediği yüzlere sığınmayı aklından geçirmemiş kaç insan vardır? Garların, terminallerin ve limanların dev mıknatıslara dönüştüğü saatlere bedenlerini kaptırmayanlar, ruhlarının bir otobüs koltuğuna, bir gemi çapasına, bir lokomotif tekerleğine yapışmasını önleyebilmişler midir? “Başımı alıp gitmek istiyorum,” cümlesi kimbilir hayatımızın kaç kilidini kurcalamış, açayım derken kaç yeni kapı örtmüştür üstümüze. Arkaya bakmamayı başarabilenler, acaba gittikleri yere başlarını götürmeyi başarabilmişler midir? “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” diyenler, aslında “tebdil-i kan”ı mı kastetmişlerdir?
Sevgili Dost,
“Kalbimi alıp uzaklara gitmek istiyorum.” Çünkü aklım hep kurcalanacak. “Kalbimi alıp” çünkü kalbim değişen kanı karşılayacak. “Uzaklara” çünkü gazeteler mürekkep, radyolar ses, televizyonlar renk yapmak istiyorlar onu. “Gitmek istiyorum” çünkü gitmek kalmaktan daha pullu. Bir gece kıyafeti gibi ışıl ışıl parlıyor teni. Bir gece, kıyafeti gibi soyuyor gurbetini.
“Kalbimi alıp uzaklara gitmek istiyorum.” Çünkü aklım hep kurcalanacak. “Kalbimi alıp” çünkü kalbim değişen kanı karşılayacak. “Uzaklara” çünkü gazeteler mürekkep, radyolar ses, televizyonlar renk yapmak istiyorlar onu. “Gitmek istiyorum” çünkü gitmek kalmaktan daha pullu. Bir gece kıyafeti gibi ışıl ışıl parlıyor teni. Bir gece, kıyafeti gibi soyuyor gurbetini.
Sevgili Dost,
“Garip, Şam’daki Yemen’deki garip değil, garip mezardaki ve kefendeki gariptir,” demiş Araplar. Ne garip! “Garibin yüzü soğuk olur,” demiş Türkler. Ne garip! Eskimolar güneşin gurbetçi olduğunu düşünmüşler. Çinliler küçük beyaz bir taşın bir çuval pirinç içinde kaybolduğunu. Ne garip!
“Garip, Şam’daki Yemen’deki garip değil, garip mezardaki ve kefendeki gariptir,” demiş Araplar. Ne garip! “Garibin yüzü soğuk olur,” demiş Türkler. Ne garip! Eskimolar güneşin gurbetçi olduğunu düşünmüşler. Çinliler küçük beyaz bir taşın bir çuval pirinç içinde kaybolduğunu. Ne garip!
Sevgili Dost,
Hafız, “Hiçbir yol yoktur ki sonu olmasın,” demiş ama ne çıkar! Bizim otobüslerimizin aynalarında hâlâ, “Ömür biter yol bitmez,” yazıyor. “Düz yolda da sürçer insan,” deyince Çehov, Aşık Dertli cevap veriyor: “Doğru gitsem yollar komaz/Bükük yollar boynum gibi.”
Hafız, “Hiçbir yol yoktur ki sonu olmasın,” demiş ama ne çıkar! Bizim otobüslerimizin aynalarında hâlâ, “Ömür biter yol bitmez,” yazıyor. “Düz yolda da sürçer insan,” deyince Çehov, Aşık Dertli cevap veriyor: “Doğru gitsem yollar komaz/Bükük yollar boynum gibi.”
Sevgili Dost,
Uçak sürüleri havalanıyor yerden. Trenler, sihirbazların ipleri gibi oynuyor. Denizi yakıyor ütülerken tekneler. Perdeler sarkıyor otobüslerden.
Uçak sürüleri havalanıyor yerden. Trenler, sihirbazların ipleri gibi oynuyor. Denizi yakıyor ütülerken tekneler. Perdeler sarkıyor otobüslerden.
Sevgili Dost,
İnsan tekerleği bulduğu zaman başına neler geleceğini bilseydi, bakmadan arkasından yuvarlardı onu ıssız bir yere. İnsanın elinden gelseydi, düğümlerdi yolları ıssız bir yerde.
İnsan tekerleği bulduğu zaman başına neler geleceğini bilseydi, bakmadan arkasından yuvarlardı onu ıssız bir yere. İnsanın elinden gelseydi, düğümlerdi yolları ıssız bir yerde.
Sevgili Dost,
“Kalbimi alıp uzaklara gitmek istiyorum.”
“Kalbimi alıp uzaklara gitmek istiyorum.”

